Pax Erdoganica mı?

 11.11.2014
  
   Belki her barış sürecindeki gibi Kürt sorununda da bugüne kadar ortaya konulmuş olan başlıca üç iradeden söz edilebilir: Çatışan iki taraf (devlet ve PKK) ve barış için çaba gösteren kesimler. Bu üç irade çözümü kendi yönünde etkilemeye çalışıyor ve süreç dediğimiz, her an yeniden biçimlenmeye açık.
   Yeniden biçimlenmekten söz etmemin güncel nedenlerinden biri Kobanê ise, diğeri onu da kapsayan Pax Erdoganica durumudur. Önce kısaca kavrama değineyim. “Pax”, Latincede ‘barış’ demek ve tarihte bir dizi tamlama hâlinde karşımıza çıkıyor: Pax Romana, Pax Britannica, Pax Ottomana, Pax Americana... Böylece devam eden terimler esas olarak adını taşıdığı gücün sultası altında gerçekleşen göreli barış dönemlerini adlandırıyor. Örneğin ilk terim “Pax Romana”, ‘Roma İmparatorluğu’nun sultası altındaki barış’ demek. Diğer tamlamalar da onun gibi, Britanya, Osmanlı, ABD ve daha başka imparatorluk ya da güçlerin dayattığı göreli barış dönemlerine verilen adlar.
   Bazı yazarlar kavramın sulta bileşenini görmezden gelse de, iki temel bileşenden biri odur, diğeri de ‘göreli barış’ durumu. “Göreli barış” sözü, kalıcı barışın gereklerinin yerine getirilmemiş olduğu, yürürlükteki düzenin devamını karşılıklı rızadan çok, büyük ölçüde karşı konulmaz bir gücün sağladığı anlamına geliyor.
   Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili olarak mesele önce “Pax Ottomana” kavramına dönüşle gündeme geldi ve hakkında epey söz üretildi, hâlâ da üretiliyor. Ancak RTE’yle ilgili gerçekliği anlatmak için bu yetmeyip daha özgül bir kavrama ihtiyaç duyulduğunda “Pax Erdogana” değişkesinin kullanıldığı görüldü. Ben de dünya ortak kültür sözlüğüne uygun olarak türetilmiş olan bu terime başvuruyorum ama, Türkçedeki “Erdoğan’a” çağrışımından kaçınmak için “Pax Erdoganica” biçimini yeğleyerek. Ve genel bir dış politika çerçevesindeki “komşularla sıfır sorun’dan başladılar” değerlendirmesinden çok, aynı genel çerçevede yer alsa da daha özgül olan Kürt sorunuyla ilgili “çözüm” bağlamını anlamak amacıyla. Çünkü Türkiye’nin yaklaşık iki yıl önce başlamış olan “çözüm” süreci giderek Pax Erdoganica’ya dönüşmektedir. RTE tıpkı diğer alanlardaki gibi bu süreçte de yalnızca kendi iradesinin egemen olduğu bir ortam yaratma politikasını güdüyor. Bu yöndeki veriler çok güçlü. Başlıkta soru kipini kullanışım gerçek bir kuşkudan çok, ilgili iradenin bundan farklı ve eşitlikçi, yani kalıcı bir barış anlayışına ulaşması gibi bir olasılığı, ne kadar düşük olursa olsun, hesap dışı bırakmak istemeyişimdendir.
   Pax Erdoganica kavramı, RTE’nin AKP lideri olarak “devlet” iradesini kendine mal etmesi ve diğer iki iradeyi etkisizleştirmeye yönelmesi anlamına geliyor. Bu karizmatik lider, devletin bütün makam ve olanaklarını gayet sabırlı ve ince hesaplara dayalı uzun erimli politikalarla bir bir kendi kontrolü altına alıyor ve her olanağı bizzat kullanmayı, en incesine kadar tüm ipleri elinde tutmayı önemsiyor. Eski yandaşlarını nasıl safdışı etmekte olduğunu görmek zor değil. Onları bir yana bırakırsak, safdışı etmeye çalıştığı diğer iradelerin başında PKK, BDP ve HDP geliyor. Bu yöndeki belirtilerin en önemlileri, İmralı’ya gidecek görüşme heyetini mutlaka kendisi belirlemek istemesi, daha önce ben dahil çeşitli kimseler ve kesimlerce önerilmiş olan “âkil insanlar” yordamını kendi damgasını taşır hale getirmesi vb. değil. En önemli belirtiler, Hrant Dink, Rahip Santoro ve Paris cinayetleri ile Roboski, Gezi ve 6-7 Ekim sonrası yayın yasağı getirilenler başta olmak üzere yeni failimeçhuller ile diğer hukuk dışı yönelimlerdir. Bunlara en son Ankara İl binasında boğazı kesilerek Işid çağrışımlarıyla yaralanan HDP yöneticisi olayı eklendi. İnsanların sigaralarına kadar müfettiş kesilen bir RTE’nin diğer iradelere saygı göstermek ve gerçekten “ileri demokrasi”yi kurmak gibi bir derdi olsa bütün bu olaylarda inandırıcı bir hukuk devletini görüntü düzeyinde bile olsa sağlamayı başaramaz mıydı?
   Diyebilirsiniz ki, gücünü seçilmiş olmaktan alan bir politikacının tek irade olmaya yöneldiğini ileri sürmek mantıklı değil, en azından bir sonraki seçimlerde alaşağı edilmesini mümkün kılan bir rejim söz konusu. Üstelik Medvedev, pardon Başbakan Davutoğlu, çoğunlukçu değil çoğulcuyuz diyor, rejimin diğer simalarından Bülent Arınç da saray gibi güç gösterileri konusunda “israfa karşıyım” açıklamaları yapabiliyor, parti çalışmaları “istişare”den geçilmiyor vb.
   Gelgelelim, dağarcığında ‘Filipinler demokrasisi’nden Putin rejimine bir dizi demagojik deneyim bulunan biz eskiler için bu tür emniyet supaplarının kıymetiharbiyesi yoktur. Anaakım medyadaki muhalif yazarların bir bir ayıklandığı, kalanların sorularımızı sormaya cesaret bulamadığı, medyanın majestelerinin basınına dönüştürüldüğü koşullarda demokratik alan indirgene indirgene iki numara küçük pabuçlara dönmüş durumda. RTE’den farklı bir fikriniz, ona yönelik bir eleştiriniz olabilir olmasına, ama önce biat edeceksiniz. Biat ederek elde edeceğiniz eleştiri hakkı, bir çuval övgü cümlesinin yanında çok sıkıştırılırsanız bir adet “ben de eleştiriyorum / keşke öyle yapılmasaydı, ama...” diyebilmektir. Şimdi bu plağı bolca döndürenlerin de dahil olduğu yeni bir “platform” var: Barışa Bak Girişimi.
   Önce Etyen Mahcupyan’ın bir yerlere Baş Danışman atandığını duyduk ve onun plağını dinledik. Bir taşla iki kuş: Hem yazarlar faslında başlangıçtaki “liberal” desteklerini de yitirip “aydınlar” bahsinde zor duruma düşmüş olan RTE’ye yeni destek, hem de yüzüncü yılı çok yaklaşan Ermeni kıyımı meselesinde puan. Tekil de kalmadı bu manevra: Ardından, aralarında Mahcupyan’ın da bulunduğu otuz küsur “aydın”ın imzasını taşıyan “Barışa Bak” çağrısı geldi. Biata yaklaşmasa, barış için çaba gösteren tüm kesimler için sevindirici olabilecek bir çağrıydı ve zaten imzacıları arasında önceki barış çabalarına katılmış kimseler de vardı. Gelgelelim, belli ki çağrıcıların ve çağrılıların listesi dikkatle hazırlanmıştı: Kaza eseri HDP’yi az, RTE’yi ise çok eleştirebilecek kimseler alınmamıştı listeye. Tam tersi özellikler taşıyanlar alınmıştı.
   Benim gözümde çağrılmaması dikkat çekenlerin başında, Türkiye Barış Meclisi’nin Dönem Sözcüsü Hakan Tahmaz geliyor. Bu tür çabalarda genellikle durum şudur: Çağrıcı listesinde herkesin yer alması gerekmez, çağrının niteliğini ve güvenilirliğini gösterecek birkaç imza yeterli sayılır. Ancak, yapılacak basın toplantısında açıklanacak destek imzaları önemlidir. Tahmaz hem birey hem de Barış Meclisi sözcüsü olarak çağrı ve destek listelerinin demirbaşlarındandır. Ona çağrı gelmediğini duyduğumda şaşırdım. Hasbelkader Barış Meclisi Sekretaryası’nda yer alan biri olarak bana gelen çağrıda da vardı bir tuhaflık. Her ne kadar eposta bir toplu gönderi olmayıp adıma yollandıysa da, doğrudan hitap yerine (siyaset yazarlığından sepetleneli üç yıl olduğu halde, adım hâlâ basın listesinde gözüktüğünden olmalı) “Sayın basın mensubu” hitabı kullanılmıştı. Belli ki girişimi destekleyeyim diye değil, eskiden kalma bir basın mensupları listesinde adım yer aldığı için çağrılmıştım. Aynı gün Sabah gazetesinde çağrının sahibi Cengiz Alğan’la yapılmış röportajı da okuyunca, basın toplantısına gitmemeye karar verdim. Röportajı ve ardından katılımcıların açıklamalarını okudukça mesele benim gözümde Pax Erdoganica’nın “aydın”ları biçimine yaklaştı. Bu girişimde üçüncü iradenin (barış çabası gösterenlerin) bertarafına yönelik bir yön olduğu konusunda haksız çıkmayı çok isterim ve dilerim ki Barışa Bak’ın “Barışa Rock” ve “Bak kuşa bak” çağrışımları yersiz kalsın. Ne var ki popülerleşme şu aşamada Pax Erdoganica’nın ihtiyaçlarına dahil, ne de olsa önümüzde seçimler var.
   Pax Erdoganica mantığının arada bir sözümona fısıltı yoluyla yayılan mesajlarından biri, seçimlerden sonra çözümün tam olarak sağlanacağı tevatürüdür. Siz yeter ki ona yeterli çoğunluğu (=gücü) sağlayın.
   Pax Erdoganica, savaş konusunda emperyallerden kopya çekiyor ve savaşı kendi merkez ülkesinin dışında tutma planları yapıyor. Majestelerinin AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’ın Mescid-i Aksa’ya İsrail müdahalesi konusunda yaptığı açıklamada yer alan şu sözlerine bakınız:
   “Ne Filistin’de ne dünyanın başka bir yerinde bizim kurduğumuz huzur düzenlerini bozmaya yeltenenlere Türkiye bugüne kadar izin vermedi, bundan sonra da vermeyecektir.” (10.11.2014 tarihli Cumhuriyet) “Bizim kurduğumuz huzur düzenleri!” Boynuz kulağı geçermiş. Pax Erdoganica’yı bir kişi belirlese bile, sonuçta kendisini bir dizi kişi kanalıyla ifade eden bir “konsept”ten söz ediyoruz. Öyle görünüyor ki ekip ikna olmuş durumdadır, en azından şimdilik.
   Mesele şu ki Işid ve Kobanê dahil eski ve yeni halleriyle Kürt sorunu tam da iradelerin üzerinde sulta kurma siyaseti nedeniyle ortaya çıkmıştır. Eskisinin yerine yeni bir sulta kurmakla ortadan kaldırılabilecek gibi değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder